Locke’da tıpkı Hobbes gibi bir toplum sözleşmecisidir. Ve kendisi de insanlığın doğal bir yaşamdan geçtiği görüşünü benimsemiştir. Fakat Hobbes’dan ayrıldığı birçok nokta vardır. Örneğin Locke, yenice büyümeye başlayan orta sınıfın yönetimde söz sahibi olmasını istiyordu. Hobbes ise orta sınıfı kontrol eden bir iktidar taraftarıydı. Bu yüzden Locke için liberal bir düşünür demek yanlış olmayacaktır.

John Locke’a göre insanlar doğal yaşam esnasındayken tüm nimetlerden eşit faydalanmaktaydılar. Mülkiyet hakkı diye bir kavram yoktu. Çünkü tüm mülk, tanrıya aittir. Dolayısıyla insanların tümüne tanrının nimetleri yeter de artar. Bu yüzden insanlar eşit ve özgür durumdaydılar. Fakat bu özgürlük insanları kaosa sürüklemedi aksine insanlar eşit olduğu için refah düzeyi oldukça yüksekti. Hobbes insanların doğal dönemde kaos içerisinde olduğunu söylerken Locke’un oldukça zıt bir görüş benimsemiş olduğunu görüyoruz. Locke, doğal dönemde mevcut olan bir sıkıntıdan bahseder. Sıkıntı şudur ki, insanlar kendi davasının hem yargıcı hem davacısıdır. Yani şöyle; doğal dönemde toplum,devlet ve haliyle yargıçlar olmadığı için insanlar kendilerine yapılan bir kötülüğe karşı öç alma duygusuyla çoğunlukla orantısız bir şekilde cevap vermekteydi. Kısacası adil bir yargılanmadan söz edilemezdi.

Locke topluma geçiş nedenini mülkiyet olarak açıklar. Çünkü doğal yaşamda kimin neye sahip olduğu açıkça belli değildi. İnsanlar mülklerini korumak için sözleşme yoluna başvurdular ve devleti kurdular. Hobbes’a göre insanlar tüm haklarını egemene devretmişlerdi. Locke’un teorisine göre ise bu tam tersidir. İnsanların sözleşme kurma sebebi haklarını devretmek değil bunları korumaktır. Fakat insanlar bir tek hakkını tamamen devredecektir. O da cezalandırma hakkı. Cezalandırma hakkı doğal bir haktır ve doğal yaşamda tüm insanlar bu hakka eşitçe sahiplerdi ancak bahsettiğimiz gibi kişi güvenliğine tehlikeye atan ve çoğunlukla adil olmayan cezalandırmalar mevcuttu.  Toplum haline geçen insanlar bu hakkını temelli olarak yargıca devrettiler. İktidar mutlak değildir. Halk iktidara verdiği yetkiyi her daim geri alabilir. İktidar yönetme yetkisini kötüye kullandığı an halk devreye girecektir. Halkın devreye girmesi ise Locke’a göre kesinlikle radikal olmamalı. Uzlaştırmacı olmalı. Çünkü halk direnişi yeni bir düzeni amaçlayan değil, yönetimin bozulmuş halinden önceki düzene dönmeyi amaçlayan nitelikle olmalıdır. Aksi halde kaos çıkar savaşlar patlak verir. Bu yüzden düşünür devrimci değildi demek güç olmayacaktır. Fakat bahsettiğimiz gibi halka direniş hakkını da vermekten kaçınmaz.

ERKLER AYRILIĞI: Locke yasama-yürütmenin tek çatıda toplandığı yönetim biçimlerini çok eleştirir. Çünkü eğer bu 2 erk tek kişiye/kurula verilirse bu yetkiler kötüye kullanılacaktır. Kısacası düşünür, fren mekanizması kurmak istemektedir. Bu yüzden mutlak monarşiyi elbette reddeder. Ancak parlamenter monarşiye yeşil ışık yakar. Yasama-yürütmeyi ayırmasının bir diğer sebebi de yasaları yapacak kurulun her daim çalışma içinde olmayacağını düşünmesidir. Yasama sadece halkın talepleri doğrultusunda ve yeni bir yasa ihtiyacı doğduğunda devreye girecektir. Yürütme ise her daim aktiftir ve çalışmaktadır. Çünkü yasaların uygulanması ve yürütülmesinin sağlanması her gün her saat ve her dakika olan bir şeydir.

Locke, halkın mutlak suretle devrettiği olan yargılama hakkını sadece yargıçlara tanıdı. Böylelikle yargı organı bu şekilde kurulmuş oldu. Yasama ise Locke’a göre diğer organlara göre üst seviyededir ve kutsal niteliktedir. Çünkü yasalar halkın refahını sağlayacaktır. Yürütme, yasama olmazsa işlevsizdir. Yargı ise yasalara göre karar veren iktidardır. Zaten doğal yaşamda da yasalar olmadığı için orantısız yargılama söz konusuydu.  İşte bu yüzden en önemli iş parlamentonundur. Yasalar ne kadar adil ve herkese cevap verebilir nitelikte olursa refah düzeyi artacaktır.

YASAMA’NIN GÜCÜ SINIRSIZ MI?

Locke bu soruya hayır der. Çünkü insanlar sözleşme ile mutlak olarak sadece yargılama hakkını devretmişlerdir. “Birey güvenliği” ve “mülkiyet hakkı” kişilerin elindedir. Eğer yasama bu hakları sınırlar ve/veya koruyamazsa insanların direnme hakkı doğacaktır. Eğer ülkede huzur sağlanmak istiyorsa devlet bu haklara kesinlikle saygı duymalıdır.

Zaten Locke’a göre devlette sorunların çıkması “birey güvenliğinin sağlanamaması”, “mülkiyet hakkının korunmaması veya sınırlandırılması” ve “erklerde keyfilik” sonucu meydana gelir. Halk bu üç duruma direnerek cevap verecektir. Halk sözleşmenin bizzat tarafı olduğu için vekilleri her zaman görevden alabilir. (hem yasama hem yürütme erkini temsil edenleri) Çünkü egemenlik halkındır. Bu egemenliği sadece vekaleten parlamentoya vermiştir. Yasamayı bile görevden alabilen halkın (Locke’a göre diğer organlar yasamadan doğar) diğer organları görevden alabileceğini yorumlamak zor olmayacaktır.

Genel Kamu Notları -10