18. yy. modern toplumun temellendiği dönemdir. Sosyoloji ise 19. yy.da oluşmuştur. Sosyoloji bir anda ortaya çıkmış değil. Modern toplum hakkındaki düşüncelerin zamanla ortaya koyduğu üründür. Bu bakımdan belirli değişimlerin ortaya koyduğu toplum fikri. Bugün toplum fikri çok doğal olsa da aslında pek çok değişimle kendini göstermiştir. 18. yy. toplum fikrinin yanı sıra bir tarih fikrinin doğduğu dönemdir. Toplumlar kendi tarihlerini gelecek nesle aktarırlar. Geçmişimizi bilmek bugünümüzü anlamamızı sağlar. Nerden geldiğimizi çözersek nereye gideceğimizi biliriz. Tanrının yeryüzünü 6 günde yaratması, başlangıçta yin ve yangın olması vs. bize ne olduğumuz konusunda bir öz fikri verir. Buna dayanarak da toplumun ne olduğunu , ne olması gerektiğini ve değişimin hangi açılardan olduğunu açıklamaya çalışırız. Bazı şeyleri korur, bazı şeyleri değiştirmeye çalışırız. Bu insan doğasında bulunan bir reflekstir. Fakat modern toplumu farklı kılan şey bu refleksin zamanla farklı arayışlara yönelmesidir.

Toplum kendisini kendisi  tanımladığı özle tartar. Fakat modern toplum doğduğumuz yeri tuttuğumuz takımı vs. referans alırken 18. yy. bunu dünya tarihi üzerinden yani tarihsel bir bakışla yapmaya çalışır. Sadece bugünkü durumumuzu açıklamak değil diğer toplumlardan neden farkı olduğumuz sorusuna da cevap arar. Yani 18. yy. tesadüfi topluluk formlarının belli bir sebep sonuç ilişkisine oturtulmasıdır. Fransa’da philosophe denilen kişinin ortaya çıkışı dünya tarihini bir sahne olarak kullanarak yeni topluluk formunun tanımlama girişimi. Bu yalnızca Fransa’da değil Almanya, İngiltere ve İskoçya’da da kendini göstermiştir. 18. yy. endüstriyel kaynaklı birtakım değişikliklerin toplumsal yapıdaki etkilerinin nasıl anlamlandırılacağa yönelik aydınlanma çağı. 18. yy. aslında 17. yy.da gerçekleşen bilim devrinin kültüre yansıması. Keplerlerin Galileoların akıl yürütmesi, doğayı belli nedenselliklerle açıklaması ve bununla teknolojik gelişmelerin olması ve bunların insani aleme yansıması. Yüzyıl savaşları, veba salgını, açlık ve feodal dünyanın son bulması derken her alanda değişikliğin olması. Toplumsal ilişkilerin alt üst olduğu, toprakla ilişkinin kesildiği, insanların doğduğu yeri terk etmek zorunda kaldığı bir zaman dilimi.

Modern toplum bu durumu çok normal görse de 18. yy. toplumu için bir yıkılış. Ve tam da o duruma nasıl ve neden gelindiği sorusuna cevap aramak bir amaç haline geliyor. Bu anlamda 18. yy. toplum ve tarih felsefesi yüzyılı olarak ortaya çıkıyor. 18. yy. Hegel, Montesqiue, Rousseau Locke’nin insan doğasının ne olduğu ve bu doğaya uygun toplumun nasıl kurulacağını düşünmesiyle geçecek. Postmodern düşüncenin temellerinden biri olan sözleşme fikri ile karşılaşacağız. Toplum sözleşmesi insanların mülkiyet ilişkileri doğrultusunda bir araya geldiğini savunur. John Locke, Thomes Hobbes ve Jean Jacqus Rousseau’da bu vardır. Korkudan, hayatta kalma arzusundan ve kendi arzularımızı gerçekleştirme ihtiyacından bir siyasi kurum oluşur. Uygarlık bir noktada doğaya rağmen üzerinde ikinci bir doğa inşa ederek ortaya çıkar. Verilmiş olanı kendi hedeflerimize uygun hale getirmekle şekillenir. Rousseau’nun fikri buna terstir. Rousseau aslında doğaya kattıklarımızın insan doğasından uzaklaşma olduğunun söylüyor. Ve bu insan doğasından uzaklaşma özgürlük, barış değil esaret ve savaş getireceğini ileri sürüyor.

Rousseau hem modern toplumun kendini konumlandırdığı birtakım kavramları kökten eleştirir hem de modern toplumun kendini atfettiği o hukuki kurumsal düzenin önemli mimarlardan birisidir. Bu anlamda hem bir eleştiri işlevini hem de bir olumlayıcı işlevini berberinde yürütür. 18. yy.ın kazandırdığı şeylerden birisi doğanın yerini uygarlığın, tesadüfiliğin yerini rasyonalitenin almasıdır. Aynı zamanda bu rasyonalizmi tarihsel bir perspektiften okumak temel arayışlardan birisidir. 

Condorcet’e göre insanlığın ve insan topluluklarının evrimi, insan aklının bilgi ve becerilerinin evrimi anlamına geliyor. Sosyolojinin isim babası Comte de insan aklının ilerlemesinin toplumlardaki ilker, barbar, az gelişmiş farkları oluşturduğunu söyleyecek. Comte’nin tarihi bir 3 hal yasası vardır:

1)Teolojik Çağ: Doğa ve kültür arasındaki ayrımın neredeyse olmadığı bir zaman dilimi.

2) Metafizik Çağ: İnsan aklının soyutlamayı öğrendiği çağ. 

3) Pozitif Çağ: Varolan değişimin metafizik bir varlık yerine insan doğasının kendisine atfedildiği çağ.

Montesqiue ise toplumların düşünme biçimlerinin onların için doğdukları iklim şartları ile ilgili olduğunu söylüyor. Dünyayı 3’ böler. Ilıman iklim, soğuk iklim ve sıcak iklim. Montesqiue’ye göre iklimin bereketi rehavet yarattığı için insan aklının çalışmasına engel olabilir. Kölelik ve efendilik ilişkisini de böyle açıklayabilirsiniz.

Vico insanlığın ve uygarlığın sürekli olarak basitten karmaşığa doğru, soyuttan somuta doğru giden bir yol izlemediğini aslında doğa koşullarıyla fiziksel koşullarla baş edebilme arayışının her toplumda birbirini takip eden 3 devir ürettiğini söyleyecek. Comte’nin 3 hal yasasına benzer.

  1. Kahramanlar çağı
  2. Tanrılar çağı
  3. Kahramanlar ve insanlık çağı

Vico’nun ele aldığı şey Montesqiue’nin aksine fiziksel koşullarla baş edebilme becerisi değil dil becerisidir. Bu bakımdan yapıtlar önemlidir.

18. yy. sonuç olarak insan doğası, evrensel akıl, evrensel medeniyet ve uygarlık fikrinin bir süreç fikriyle birlikte hareket ettiği zaman dilimidir. Dolayısıyla süreç ve sonucun, doğa ve kültürün, evrensel ve tarihselin çarpışmaları, yer değiştirmeleri ve yorum farkları 19. yy.ın oluşturacağı o gündemin temel problemlerini meydana getirecek.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

One reply on “Sosyoloji’ye Giriş”

  • Çok iyii
    Ekim 30, 2020 at 7:02 pm

    Çok güzel yazmışsınız ellerinize sağlık????