KADIN HAKLARI VİZE NOTU
Başlangıç uyarısı: Vizeye hazırlıkta CEDAW, İstanbul Sözleşmesi ve Şerhi, 6284 sayılı kanunların incelenmesi ve öğrenilmesi oldukça önemlidir. Bu notta konular özet olarak aktarılmaya çalışılmıştır.
Dersin Kapsamı ve Önemi
Kadın haklarının korunması, yalnızca kadını değil toplumun tamamını ilgilendirir. Çünkü kadın, erkek ve diğer cinsiyetler ile toplum bir bütündür ve yeni nesil, toplum tarafından yetiştirilir. Kadının geri planda olduğu, şiddet gördüğü bir ortamda sağlıklı insanların yetişmesi mümkün değildir. Bir toplum ancak tüm kesimleriyle birlikte yükselebilir.
Elbette ki her şeyden önce, kadın hakları bir insan hakları meselesidir. Kadın hakları hukukun yanında psikoloji ve sosyoloji gibi diğer bilim dallarının da inceleme alanındadır. Ancak hukuk, tüm bilim dallarının üzerinde kapsayıcı ve en etkili olanıdır. Hukuk tarafından koruma sağlanmadığı sürece yapılan incelemelerin bir anlamı yoktur.
Toplumsal Cinsiyet Kavramı
Toplumun kadına ve erkeğe çizdiği cinsiyet rollerinin tümüdür. Örneğin bir erkeğin aileyi geçindirmesi, sert olması veya kadının yumuşak ruhlu, merhametli, evi çekip çevirmesi görevleri toplum tarafından atanmıştır.
Cinsiyet eşitliğinin her alanda sağlanabilmesi, toplumsal cinsiyet rollerinin ortadan kaldırılmasıyla mümkündür. Bu, ancak etkin ve işler hukuk düzeniyle mümkün olabilir. Ancak hukuk da tek başına yeterli değildir. Zira toplumsal cinsiyetin kaynağı eşitliği sağlayan hukuki normların olmaması değildir (hukuki normların olmaması ancak kavramın kaldırılmamasının sebebi olarak öne sürülebilir.). Sorunun kaynağı, kitle iletişim araçlarına, sanata, mevcut aile düzenine kadar dayanır.
Hukukun eşitliği sağlama amacıyla attığı adımlar, özellikle CEDAW, İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Kanun çerçevesinde işlenir. Ancak medeni kanun, ceza kanunu, iş kanunu gibi kanunlar da konuyla alakalıdır. Şu anki mevzuatta cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik normlar bulunmakla birlikte eşitliği baltalayan normlar da bulunmaktadır (Kadının ve çocuğun soyadı, medya etik yasasının olmaması vb.)
Medeni Kanun’da Mal Rejimine İlişkin Değişiklikler
Eski medeni kanunda yasal mal rejimi mal ayrılığı idi. Yeni medeni kanunda yasal mal rejimi, edinilmiş mallara katılma rejimi olarak değiştirilmiştir. Elbette ki her iki kanunda da eşler, yasanın çizdiği sınırlar içerisinde başkaca bir mal rejimini uygulamakta serbesttiler.
Mal ayrılığında mal hangi eşin adına ise, onun malvarlığı olarak kabul edilir ve boşanmada da herkes kendi malını alır. Kadın genelde çalışmadığından, çalışıp kendi parası ile mal edinse bile mal tapuda erkeğin üzerinde gösterildiğinden kadınlar çok defasında eski mal rejiminden mağdur olmuşlardır.
Yeni yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejiminde ise mallar, “kişisel mallar” ve “edinilmiş mallar” olarak ikiye ayrılarak değerlendirilmiş, böylece boşanmadan hiçbir mal alamayarak ayrılan kadının uğradığı haksızlığın önüne geçilmek istenmiştir.
Sosyolojik olarak tanınması şart olmuş bu düzenleme meclisten geçerken bile haksızlık yapılmıştır. Zira, yasal mal rejimi, kanun yürürlüğe girdikten bir yıl sonra geçerli olacak, geçmişteki malların hiçbiri paylaşıma dahil edilmeyecek şekilde düzenlenmiştir. Böylece, o zamana kadar evlilik içinde elde ettiği malları korumak isteyen “erkek”, vermek zorunda olduğu haktan en azından yasa geçene kadarki olan kısmını elinde tutmayı başarmıştır.
Her ne kadar zaman ayrımı hukuk güvenliği açısından savunulmaya çalışılsa da aile hukuku dışındaki mal paylaştırmalara dair düzenlemeler geçmişte de değişikliğe uğramış ve örnekteki gibi zaman bakımından ayrıma gidilmemiş, bu değişiklikler de hukuk güvenliği açısından eleştirilmemiştir. Nihayetinde zaman ayrımını, “eril zihniyetin zaferi” olarak adlandırmakta bir sakınca yoktur.
Hak İhlallerinde Devletin Negatif ve Pozitif Yükümlülüğü ile Uluslararası Sözleşmelerin Rolü
Devletin pozitif ve negatif yükümlülüğü: Devletin insan haklarını korumakta pozitif ve negatif yükümlülükleri vardır. Negatif yükümlülük, devletin hak ihlali yapmamasıdır. Devletin hak ihlali yapmaması, o ülkede hak ihlallerinin artık olmayacağı anlamına gelmez, negatif yükümlülükler tek başına yeterli değildir. Devletin pozitif yükümlülükleri de vardır.
Pozitif yükümlülük, özel hukuk kişilerinin diğer kişilere yapacağı hak ihlallerini önleme, mağdurlara koruma sağlama yükümlülüğüdür. Yani devlet hem ihlal etmeyen hem de ihlali önleyen olmalıdır.
Devletin yükümlülüklerini belirlemede uluslararası sözleşmelerin rolü önemlidir. Zira uluslararası anlaşmalar vesilesi ile devletler kendi aralarında birtakım denetim ve yargı mekanizmaları geliştirebilmektedirler (AİHM gibi).
CEDAW (Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Tasfiye Edilmesine Dair Sözleşme)
18 Aralık 1979 tarihinde kabul edilmiş ve imzaya açılmıştır. Türkiye, sözleşmeye 1985 yılında imzacı olmuş ve sözleşme 19 Ocak 1986 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Sözleşme öncesinde dünyada insan haklarına ilişkin birçok sözleşme ve bildiri yayınlanmıştır ancak kadınlar özelinde bir düzenlemeye gidilmemiştir. Dolayısıyla anlaşma, uluslararası hukukta ilk büyük adım olma açısından önem taşır. Sözleşmenin başlangıç kısmında da önceki tarihlerde imzalanan uluslararası sözleşmelere atıf yapılmıştır. (İnsan haklarına ilişkin sözleşmeler ve yasalar da eşitliği öngörse de uygulamada yeterli olmamaktadır.)
CEDAW’ın en öncelikli amacı “ayrımcılığı önlemek”tir. Ayrımcılık oldukça geniş bir kapsamda ele alınmıştır. Sözleşmenin 1. maddesine göre, ekonomik, siyasal ve diğer alanlarda, kadının medeni durumu ne olursa olsun maruz kaldığı doğrudan veya dolaylı her türlü ayrımcılık sözleşmenin kapsamında değerlendirilmektedir.
Eşitliği sağlamak amacıyla yapılan geçici önlemler (geçicilik eşitlik sağlanana kadardır) ayrımcılık anlamına gelmez. Örneğin kamu personellerinde kadın sayısı ciddi oranda azsa, oran artana kadar kadın kotası koyulabilir. Ancak bu önlemlerin eşitliği aşan nitelikte olmaması gerekir (md.4)
Devlet kadının insan haklarına müdahale edemez ancak engellemek için doğrudan doğruya her türlü tedbiri alabilir hatta tedbirleri almakla yükümlüdür (md.2). Maddenin f bendi uyarınca, “Kadınlara karşı ayrımcılık oluşturan mevcut yasaları, hukuki düzenlemeleri, gelenekleri ve uygulamaları değiştirmek veya kaldırmak için gerekli her türlü tedbiri almak” ile devletler yükümlüdür. Yani, hiçbir devlet, kadına karşı ayrımcılığa sebep olan geleneklerini öne sürerek “bizde böyle” diyemez. Kültürlerinin ne kadar “önemli” bir parçası olursa olsun ilgili geleneği tasfiye etmek zorundadırlar. Bu husus önyargıların ve geleneklerin tasfiye edilmesi başlıklı 5. maddede ayrıca düzenlenmiştir.
Taraf devletler, kadının toplumun her alanında (özellikle siyasal, ekonomik, kültürel) gelişmesi amacıyla, mevzuat çıkarma dahil her türlü önlemi alabilirler. (md.3)
Taraf devletler, kadın satışını ve kadının fahişeleştirilmesine yol açan her türlü eylemi engellemekle yükümlüdürler (md.6). Hükmün amacı, fahişeliğe rızası dışında sürüklenen kadınların, küçük yaştaki çocukların bedenlerinin sömürülmesini ve can güvenliğinin korunmasını sağlamaktır. Ancak uygulamada birçok ülkede taraf devletlerin bu yükümlülüğünü yerine getiremediği veya getirmediği gözlemlenmektedir.
Not: Eğitim hakkını düzenleyen 11. maddenin ve çalışma hakkını düzenleyen 12. maddenin ayrıca sözleşmeyi açarak okunup incelenmesi tavsiye edilmiştir. Dini ve geleneksel sebeplerle kadınların eğitime, spora, sosyal hayata ve çalışmaya katılamamasının önlenmesi açısından taraf devletlerin kabul ettiği sorumluluklar bu maddelerde düzenlenmiştir.
İsviçre Federal Mahkemesi bir kararında, bir Müslüman ailenin kız çocuğunu yüzme dersine dini sebeplerle vermemesi hakkında, din ve vicdan özgürlüğü hakkı ile eğitim hakkını karşılaştırarak eğitim hakkının daha üstün olduğuna karar vermiştir.
CEDAW DENETİM MEKANİZMASI
CEDAW Komitesi, sözleşmenin denetim makamı olup yarı yargısal niteliktedir. Komitenin dört görevi vardır: Taraf devletlerin gönderdiği raporları incelemek, genel tavsiye kararları yayınlamak, bireysel şikayet başvurularını incelemek, soruşturma yapmak.
- Üç tür rapor vardır: Başlangıç raporu, periyodik raporlar ve istisnai raporlar. Başlangıç raporu, taraf devletlerin sözleşmeyi uygulamadan önce (ilk yılda) gönderdikleri ilk rapordur. Periyodik raporlar, sözleşmenin uygulanmasındaki gelişmeleri incelemek ve genel tavsiye kararlarını çıkarmaya yardımcı olmak üzere gönderilen olağan dönemsel (4 yılda bir) raporlardır. İstisnai raporlar ise, soruşturma halinde komitenin devletlerden ayrıca istediği raporlardır.
- Genel tavsiye kararları, taraf devletlerin tümüne yöneliktir. Sözleşmenin içeriğinin daha iyi anlaşılması ve uygulanmasına yardımcı olmak amacıyla çıkarılır.
- Bireysel şikayet başvuruları, sözleşmeye ek protokol olarak eklenmiştir. Ancak taraf devletlerin tümünün protokole imza atma yükümlülüğü yoktur, yani bir tür seçmeli protokoldür. Bireysel şikayetleri kişi tek başına veya birden fazla kişi birleşerek yapabilir (ek protokol 2. madde). Komitenin yetkisi taraf devletlere görüş bildirmekle sınırlıdır.
- Soruşturma, bireylerin tek tek olarak değil, sistematik olarak ihlale uğradığı gözlemlenmesi halinde yapılır. Soruşturma komite tarafından re ‘sen açılır. Yetki, yine yorum ve tavsiyeden ibarettir.
Toplumsal cinsiyet rolleri ve yukarıdaki paragraflar hakkında, konunun daha iyi anlaşılması açısından https://kadinininsanhaklari.org/wp-content/uploads/2018/08/cedaw_komitesinin_19_sayili_genel_tavsiye_karari.pdf adresindeki CEDAW komisyonu 19 numaralı tavsiye kararının okunması faydalıdır.
AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ
AİHS’de doğrudan doğruya kadın haklarını özel olarak koruyan bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak sözleşme, insan haklarını konu aldığı için kadınlara yönelik hak ihlallerine karşı da koruma sağlamaktadır. Kadın karşı ayrımcılık ve şiddette özellikle md.2 ,3,8,13. ve 14. maddelerinin ön planda olduğu görülmektedir.
- Madde 2: Yaşam Hakkı
- Madde 3: İşkence Yasağı (Hane içi şiddetin devlet tarafından dikkate alınmaması vb.)
- Madde 8: Özel ve Aile Hayatına Saygı (Kadına karşı şiddetin aile hayatına saygı kapsamında örtbas edilemeyeceği vb.)
- Madde 13: Etkili Başvuru Hakkı (Kadına karşı şiddette manevi tazminat hakkının tanınmaması, tekrar etmesi mümkün şiddet karşısında önlem isteminin dikkate alınmaması)
- Madde 14: Ayrımcılık Yasağı (Ayrıntılı bilgi için Nahide-Opuz Davası)
Devletler, sözleşme ile hem pozitif hem de negatif yükümlülük altına girmiştir. Başta yukarıda işaretlenen maddeler olmak üzere, sözleşmenin kapsamındaki her hakkı ihlal etmemeli, başkalarının ihlal etmesini de önlemelidir. Dolayısıyla tüm maddeler iki yönlü okunmalıdır.
Devletin toplumda tehdit altında olan grubu korumaya yönelik tedbirler alması değil, almaması ayrımcılık yasağı kapsamında değerlendirilir. Eşitliği sağlamak amacıyla alınan pozitif ayrımcı önlemler ayrımcılık değildir ve gereklidir.
AİHS, defalarca kez koruma talep eden ancak yetkili makamlardan olumlu yanıt alamayan kadının iki çocuğunun öldürülmesini konu alan bir davada, Yaşam hakkının ve etkin başvuru hakkının (tazminat alamaması da dahildir.) ihlal edildiğine karar vermiştir.
Türkiye, Nahide Opuz davası ile ayrımcılık yasağını ihlal eden ilk ülke olmuştur. Hatta bu dava sonucunda ülkenin itibarının toparlanması maksadıyla İstanbul Sözleşmesi imzalanmıştır. Davada bir kadın ve annesi, devamlı olarak şiddet görmektedir. Başvurucunun hiçbir müracaatı ciddiye alınmamış ve en sonunda kadının annesi bir erkek tarafından öldürülmüştür. (Yaşam Hakkı İhlali – Ayrımcılık Yasağı)
AİHM’ye göre devlet, özel hayatın gizliliğinden önce yaşam hakkını korumalıdır. Ailesine şiddet gösteren bir bireyin “özel hayatına” şiddet mağdurunu koruyacak ölçüde müdahale edebilir ve hatta etmelidir. Burada orantılılık ilkesi dikkate alınmalıdır, devletin sınırı aşan tedbirler alması mümkün değildir. Sınır, her olayda ayrıca çizilir.
KADINA YÖNELİK ŞİDDET VE AİLE İÇİ ŞİDDETİN ÖNLENMESİ VE BUNLARLA MÜCADELEYE DAİR AVRUPA KONSEYİ SÖZLEŞMESİ (İSTANBUL SÖZLEŞMESİ)
11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzalanmış, 1 Ağustos 2014’te iç hukukumuzda yürürlüğe girmiştir. İstanbul Sözleşmesi metninde, tıpkı CEDAW gibi, diğer sözleşmelere giriş kısmında atıf yapılmıştır.
Amaç ve Kapsam
Toplumsal cinsiyet kalıplarının kırılmaması için sistemin mağdurlarının ikna edilmesi gerekir. Sistemin çarklarının dönmesi için başvurulan en yakın ve en yaygın yöntem şiddettir. Şiddet, ilk akla gelen anlamıyla fiziksel olabileceği gibi, manevi ve ekonomik olabilir. Toplumsal cinsiyet normlarının korunması için şiddetin yanı sıra ödül yöntemine de başvurmak mümkündür.
(Reklamlarda kadına çizilen “hanım hanımcık” rolü ve karşılığında elde ettiği kazanımlar, mutlu ailenin kadının “had sınırları içinde” kalmasıyla olabileceğini doğrudan veya dolaylı olarak kasteden içerikler.)
Şiddet, toplumsal cinsiyetin devamını, toplumsal cinsiyetin devamı ise şiddetin devamını sağlamaktadır. Bu döngünün kırılması için, kısa vadede şiddete, uzun vadede toplumsal cinsiyet kavramına müdahale edilmelidir. Çünkü şiddet sebep olduğu kadar sonuçtur da. İşte İstanbul Sözleşmesi’nin nihai amacı, toplumsal cinsiyet kavramıyla birlikte şiddeti ortadan kaldırmak, kadın ile erkek arasında fiili eşitliği sağlamaktır.
Not: Toplumsal cinsiyet kavramı ilk defa İstanbul Sözleşmesi’nde tanımlanmıştır.
İstanbul Sözleşmesinin tam adında geçen aile içi şiddet, “domestic violence” teriminin karşılığıdır. Kelime anlamıyla çevirisi, iç şiddet demektir. Sözleşmenin içeriğinde de ev içi şiddet olarak kullanılmıştır. Aile içi şiddet, flört, sevgilik, hısımlık ilişkilerini kapsamaz. Sözleşme de şiddete karşı korumada evlilik şartı aramamakta, her türlü ilişkide var olan şiddete karşı koruma sağlamaktadır.
Temel Kavramlar (Sözleşmenin 3. maddesi, özet)
- Kadına Karşı Şiddet: Kadına karşı yapılan insan hakları ihlali ve ayrımcılıktır. Toplumun neresinde ve ne türde olduğu (sosyal, siyasal, ekonomik) önemli değildir.
- Aile İçi Şiddet: Mağdurla aynı ikameti paylaşsın veya paylaşmasın tüm ilişkiler içerisinde (eş, birlikte yaşama) yapılan her türlü şiddettir.
- Toplumsal Cinsiyet: Kadına ve erkeğe toplum tarafından tanınan her türlü cinsiyet rolü
- Kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet: Kadına kadın olduğu için yapılan şiddet (namus cinayeti vb.)
- Mağdur: Şiddete maruz kalan kadın
- Kadın: 18 yaşından küçükler de kadın olarak anlaşılmalıdır.
Sözleşmenin Etkisi ve Taraf Devletlerin Yükümlülükleri
Sözleşmenin doğrudan etkisi, 6284 sayılı kanun ile mevzuatımıza giren tedbirlerdir. Kadının beyanı esastır ilkesi, koruyucu (kadının sığınma evlerine alınması, kimlik değişimi, iş yeri değişimi vb.) ve önleyici tedbirler (şiddet failinin evden uzaklaştırılması, tedavi edilmesi vb.) Bu tedbirler 6284 başlığında ayrıca incelenecektir.
Taraf devletler, sözleşme kapsamındaki korumaları sağlamak için gerekli tüm önlemleri almalı, hak ihlalinde bulunmamalı, şiddetin kaynağını araştırmak adına veri (toplumun hangi kesiminin, hangi yaş grubunun daha çok şiddet gördüğü, şiddet türleri vb.) toplamalıdır. Bu veriler ve istatistikler ışığında her devletin kendi politikasını ulaştırması istenmiştir. Böylece, sorun kaynağında çözülmeye çalışılacaktır. (madde 4-5-6)
Devletler, kadına yönelik şiddete karşı mücadele eden STK’leri finanse edecektir (m.9)
Toplumsal cinsiyet kavramını besleyen her türlü gelenek görenek ortadan kaldırılacak, sözleşmeyi uygulamamak adına “töre, namus” gibi kavramlar öne sürülemeyecek, önlemler hakkında düzenleme yapılırken her zaman mağdurun hakları göz önünde bulundurulacaktır. (m.10)
Kadına yönelik her türlü ayrımcılık ve şiddete karşı toplumun farklılık seviyesi artırılacak; bunun için eğitim müfredatlarında, özel sektörde ve medyada gerekli düzenlemelere gidilecektir. (md.14 ve 17)
Devletler şiddet daha oluşmadan veya devam ederken önleme yapmak adına, önleyici tedbirler ve tedavi yöntemlerine başvurabilir. (md.17)
6284 SAYILI KANUN
Amaç ve Kapsam
Kanunun amacı, şiddete uğrayan kadın, çocuk ve aile bireylerini korumak ve şiddeti önlemektir. Kanunun tanımlamalarında doğrudan doğruya kadın denmemekte, mağdurdan kişi olarak bahsedilmektedir. Dolayısıyla kanun şiddet mağdurunu kadınların yanı sıra erkek ve diğer cinsel yönelimleri korumayı amaçlamaktadır. Ancak uygulamada şiddet görenlerin çok büyük çoğunluğu kadın olduğundan, kanunun ana ekseni kadınları korumaya yöneliktir.
Önceki kanunda kişi kavramı kullanılmadığı için, aile içi-dışı ve diğer cinsiyetler açısından tartışmalar söz konusu olmuştur. Ancak 6284 ile bu ayrımların tümü ortadan kaldırılmıştır.
Kadına yönelik şiddet, toplumsal cinsiyet kavramından kaynaklanan şiddettir. Başka bir deyişle, kadına yönelik şiddet kavramından kadına karşı kadın olmasından kaynaklanan şiddet anlaşılmalıdır. Şiddet uygulama tehdidi de şiddet kapsamında korunmaktadır.
Çocuklar, ev içi şiddetin doğrudan mağduru olmasalar bile dolaylı mağdurluk nedeniyle korunur.
Şiddet mağdurunun kapsamında cinsiyet ayrımı gözetilmez. Kadın, erkek, trans vb. herkes 6284’ten yararlanabilir. Şiddet mutlaka ev içinde olmak zorunda da değildir. Toplumun her alanındaki şiddet kanunun konusudur.
Tedbirler
Hakimler genel olarak gizlilik kararı vermekten çekinmektedir. Gizlilik kararının yokluğu halinde, şiddet gösteren tebligat adresi üzerinden mağdurun yerini öğrenebilmektedir. Benzer şekilde, gizlilik kararının verildiği hallerde dahi, kararın kapsamı doğru belirlenemediği için (Örneğin sadece mağdurun kendisi hakkında gizlilik kararı verilmesi) şiddet faili, bu sefer de mağdurun çocuğu üzerinden mağdurun yerini tespit edebilmektedir (çocuğun gittiği okul, hastane randevuları vb.)
Koruyucu tedbirlerin alınması için delil veya belge aranmaz (mağdurun beyanı esastır). Ancak önleyici tedbirler için bu geçerli değildir. Ancak önleyici tedbir kararının kanunun amacını gerçekleştirmesini baltalayacak ölçüde geciktirmeden verilmesi gerekmektedir. Uygulamada hiçbir delil aranmaksızın önleyici tedbirlerin adeta kopyala yapıştır usulüyle verilmesi isabetli değildir.
Tedbirler ilk seferinde en fazla altı aylığına verilebilir. Ancak bazı tedbirler niteliği gereği süreli olamaz. Örneğin kimlik bilgilerinin değiştirilmesi süreye tabi tutulamaz.
Tedbir kararlarına itiraz yolu 6284 md.9’da düzenlenmiştir. Buna göre, itiraz, tefhim ve tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde ilgililer tarafından Aile Mahkemesine yapılır. Karar kesindir, temyiz edilemez.
Tefhim ve tebliğ tarihinin arasında zaman olması durumunda, sürenin neye göre belirleneceği açıkça düzenlenmemiştir. Tefhim tarihinden itibaren iki hafta geçmiş ancak bu süre tebliğ tarihinden itibaren hesaplandığında henüz dolmamışsa aradaki sürede hakimin ne yapması gerektiği muallaktır. Uygulamada aradaki sürede de itiraz hakkının ileri sürülmesinin dikkate alındığı görülmektedir.
Şiddet mağdurunun karara itirazı mümkün olup olmadığı da açıkça düzenlenmemiştir. Ancak tedbirlerin mağdur tarafından yetersiz görülmesi halinde itiraz etmeye hakkının olması gerektiği söylenebilir.
Tedbir kararı alındığı gibi uygulanabilir. Tefhim veya tebliğ beklenmek zorunda değildir (10. madde 5. bend)
Tedbir kararına failin uymaması halinde, fail hakkında üç günden on güne kadar zorlama hapsi uygulanır. Koruyucu hükümler için zorlama hapsi öngörülemez. Yani mağdur, koruyucu tedbirlere uymadığı için zorlama hapsine tabi tutulamaz.
Zorlama hapsi, ihlalin tekrarlanması halinde 15 günden 30 güne kadar yeniden verilebilir. İkinci zorlama hapsinden sonra da fail kararı ihlal ederse yeniden zorlama hapsine hükmedilmesi mümkündür. Ancak hapis süresinin toplamı altı ayı geçemez.
Zorlama hapsinin yerine zorla tedavi yapılması gerektiği savunulmuştur. Her ne kadar zorla tedavi kişilik haklarını ihlal ediyor olsa da zorlama hapsinde bulunabilen kanun koyucunun daha etkili olacağı düşünülen zorla tedavi uygulamasının altyapısının kurulması uygun görülmelidir. Nihayetinde bazı ayrık durumlarda kanunkoyucu tarafından zorla tedavi uygulanması uygun görülmüş ve bunun hukuka uygun bir müdahale olduğu kabul edilmiştir.
Tedbir kararları için mahkemeye başvurmaya re ’sen yetkili kişiler; bakanlık kolluk görevlileri, cumhuriyet savcısıdır. Ancak tüm kamu görevlilerinin böyle bir yetkiye sahip olduğu, bunun sınırlayıcı bir düzenleme olmadığı savunulmaktadır.
Üçüncü kişilerin de yetkili makamlara şiddeti ihbar etmesi mümkündür. İhbar hakkı bir yükümlülük değildir, yetkidir. Ancak TCK anlamında bir bildirme yükümlülüğü varsa, üçüncü kişilerin şiddeti bildirmesi zorunludur. İhbar; yazılı, sözlü ve diğer şekillerde olabilir.
Karşılıklı şiddet sorunsalı: Doktrinde iki taraf da birbirine şiddet uyguluyor ise, iki tarafa yönelik de tedbir kararı alınabileceği savunulmuştur. Ancak bu durumun hakkın kötüye kullanımına yol açabileceği düşünülmektedir. Karşılıklı şiddet hakkında net bir düzenleme yoktur.