İslam Hukuku’nun kaynaklarını bir sıralamaya sokup (bağlayıcılık bakımından) incelemiştik. Şimdi de İslam Hukuku’nun hangi dönemlerde ne şekilde oluştuğuna, gelişim gösterdiğine bu yazımızda değinmeye çalışacağız.

Hz. Muhammed Dönemi

Hz. Muhammed ve takipçileri bilindiği gibi Hicret’ten evvel Mekke’de yaşamaktaydı. Doğal olarak Hz. Muhamed de yeni semavi dinin esaslarını bu şehrin sınırları içerisinde halka duyuruyordu. Lakin Müslümanların Mekke’de yaşadığı dönemde gönderilen ayetler genel hatlarıyla hukuki düzenlemeler ve yeniliklerden ziyade “çağrı” niteliği taşımaktaydı. İçeriğine indiğimizde ise İslamiyet’in özüne uygun olarak ahlaki ve sosyal kuralların bu dönemde daha sık tekrarlandığını ve aşılanmaya çalışıldığını görüyoruz.

Hicret’ten sonra Müslümanları Medine’de müşriklerin karşısında daha kalabalık ve güçlü bir unsur olarak görmekteyiz. Bu sebepledir ki bu şehirde Allah’ın hükümlerinin uygulama alanı bulabileceğini çok rahatlıkla söyleyebiliriz. Nihayet bu şehirde vahiy de tamamlanmış ve son semavi dinin esasları Allah tarafından belirlenmiş ve tamamiyle insanlığa gönderilmiştir. Bu dönemde Sünnet’in de süratle önem kazandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Zira Kur’an tamamlanmış ve Müslümanlar herhangi bir uyuşmazlığa düştüğünde danışacakları ilk ve tek kişi Hz. Muhammed olmuştur. Peygamber, kendisine danışan sahabilere öncelikle Kur’an’dan hüküm gösterir yoksa da kendisi hüküm verirdi. İslam Hukuku’nun kaynakları yazımızda Kur’an-ı Kerim’in Hukuki uyuşmazlıkların çözümünde oldukça çerçeve kaldığını ve bu sebeple ki Sünnet’in ve İcma’nın oldukça önem kazandığını ve bağlayıcı olduğunu söylemiştik. Medine Dönemi’nde Peygamber, sahabeye içtihat kültürünü aşılamak istemiştir de diyebiliriz. Lakin bu konuya ileride detaylıca değineceğiz.  İslam Hukuku’nun Özellikleri yazımızda bahsi geçecek olan “İslam Hukuku’nun meseleci olması” durumu Hz.Peygamber döneminde başlamış ve devam etmiştir. Varsayımsal olaylar üzerinde pek durulmaz, somut olaylar ile birlikte gelişim sağlanır.

Dört Halife Dönemi

Hz. Muhammed’in ölümünden sonra bazı uyuşmazlıkların çözülmesinde bir takım fikir ayrılıkları oluşmuştur. Çünkü yukarıda da değindiğimiz gibi İslam Hukuku somut olaylar ile birlikte gelişme göstermektedir. Zamanın ilerlemesiyle birlikte de gezegende sosyal-ekonomik bir takım değişikliklerin olması kaçınılmazdır. Bu yüzden de Kur’an ve Sünnet, bağlayıcıklarını korumakla birlikte uyuşmazlıklara yeterli bir cevap olamamışlardır.

Bu gelişmeler ile birlikte bu dönem içerisinde “Re’y” denilen ve sahabe tarafından oluşturulan çeşitli hukuki yorumlar ortaya çıkmıştır.

Re’y, İslam hukukçusunun, Kur’an ve Sünnet’de hüküm bulamazsa çevresindekilere danıştıktan sonra olayı muhakeme etmesi ve bu şekilde hüküm vermesidir.

Bu dönemde sahabenin çeşitli içtihatlar sonucu görüş ayrılıkları gündeme gelmiştir. Müşterek oldukları belirli hususlar da elbette bulunur. Bunlar bir önceki yazımızda tanımını yaptığımız “icma”dır. Sahabilerden bazıları Re’y’e başvurmuşlar hatta bunun bizzat Hz.Peygamber’in teşviki olduğunu belirtmişlerdir. Bazıları da Re’y’in Kur’an veya Sünnet’e aykırı hükümler doğurabilecek potansiyelde bir işlem olduğunu düşünüp çekinmeşlerdir. Yine bu dönemde kodifikasyon işleminin pek az olduğunu görmekteyiz.

Tabiin Dönemi

Bu dönem, sahabeden sonraki neslin bulunduğu dönemdir. Bu dönemde Re’y faaliyetleri hız kazanarak Kufe Okulu’nda devam etmiştir. Tabiin Dönemi’nde Kufe Okulu’ndan ayrı olarak ve başlangıçta ekseriya Kufe’ye zıt olarak ilerleyip daha sonra çeşitli alanlarda müşterek kararların verildiği Medine Okulu yer almaktaydı. Medine Okulu hadis merkezli bir okuldu ve hükümlerini sıkı suretle bağlı olduğu Kur’an ve Sünnet’e göre vermekteydi. Elbette ki Kufe’de Kur’an ve Sünnet’e sıkı sıkıya bağlıydı ancak bu iki kaynakta hüküm göremezse sık sık Rey’e başvururdu.

Medine’deki okulun Hadis merkezli ilerlemesinin başlıca sebepleri bulunmaktadır;

 Bunlardan birincisi, Medine’nin sosyal olarak Hz.Muhammed döneminde olduğu gibi yaşantısına devam etmesidir. Kufe ise fetihler ile birlikte İslam Devleti’nin hakimiyetine girmiştir. Bu yüzdendir ki sosyal yaşantısı ve haliyle de hukuki uyuşmazlıkları Medine’dekinden farklıdır. İşte bu sebeple Re’y  faaliyetleri Kufe’de gelişmiş Medine’de gelişmemiştir.

İkinicisi, Kufe merkezli okulun etkilendiği başlıca isim Hz.Ali’dir diyebiliriz. Hz. Ali Re’y’e sık sık başvuran bir halifedir. Medine okulu ise Abdullah b. Ömer’den etkilenmiştir. Hz. Ömer’in oğlu olan Abdullah Re’y’i pek benimsememiştir.

Zamanla birlikte Kufe ve Medine okulu bazı konularda mutabık kalmışlar ve keskin görüş ayrılığı son bulmuştur diyerek Tabiin Dönemi’ne son veriyoruz.

Mezhepler Dönemi

4 Halife ve Tabiin dönemdeki çeşitli görüş ayrılıkları mezheplerin oluşmasına yol açmıştır. Burada gösterilecek olan dört mezhep de Sünni fıkıh mezhepleridir.

A-) Hanefilik: Kufe Okulu’nun rey faaliyetleri sonucunda şekillenmiş ve Ebu Hanife tarafından prensipleri belirlenip kurucusunun adıyla anılmıştır. Hanefi’ler de tıpkı diğer mezhepler gibi Kur’an ve Sünnet’i başlıca iki kaynak ve mutlak suretle bağlayıcı olarak kabul ederler. Ancak kaynaklar kısmında da bahsettiğimiz gibi ahad hadislerin kabul edilmesini ve bağlayıcı kılınmasını çeşitli koşullara bağlamışlardır. Hanefiler varsayımsal problemler üretip bunlar üzerine de içtihatlar geliştirmişlerdir. Kufe Okulu’nun da etkisiyle içtihat yeteneklerinin geliştiğini söylemek zor olmayacaktır.

B-) Malikilik:  Kurucusu İmam Malik’tir. Malikiler de Re’y’e başvuran bir mezheptir. Ancak hanefiler kadar sık sık bu yolu tercih etmezler. İçtihatları Kur’an, Sünnet, İcma, Kıyas gibi kaynaklar eşliğinde şekillenmiştir.

C-) Hanbelilik: Kurucusu Ahmed bin Hanbel’dir. Hanbeliler güvenilir olmayan hadislere bile sıkı sıkıya bağlıdırlar.

D-) Şafiilik: Kurucusu Muhammed bin İdris’tir. Şafiiler karma bir sistem belirlemiş ve ilerlemişlerdir. Fıkıhta hem hadisi hem re’y’i sıkça kullanırlar. Şafiiler Hanefi’lerin aksine ahad hadisleri de bağlayıcı olarak kabul eden bir mezheptir.

Taklid Dönemi

Bu dönem eski dönemlerin ortaya koyduğu içtihatların yeterli olduğu ve ilave içtihata gerek olmadığı hatta bunun yeni bir din koymak olarak yorumlanabileceği şeklinde geçmiştir. Bu sebepledir ki taklid dönemi olarak adlandırılır.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir