İrade ve İrade Açıklaması Arasındaki Uygunsuzluk

            Sözleşmenin Yorumlanması: Sözleşmede yer alan kayıt ve koşulların ne anlama geldiğinin belirlenmesidir. Sözleşmenin yorumlanması aslında irade beyanlarının yorumlanmasıdır. İradenin tek başına yorumlanması ile sözleşme kurulmasını sağlayan karşılıklı iradelerin uyuşmasını karıştırmamak gerekiyor. İlkinde kişinin gerçek iradesi, ikincisinde tarafların gerçek ve ortak iradesi ortaya çıkarılmaya çalışılır.

Sözleşmenin Tamamlanması: Sözleşmede boşluk olan hallerde söz konusu olur. Boşluk olup olmadığını anlamak önce yorumlamak gerekir. Normal şartlarda sözleşmede çözüm gerektiren bir durum, taraflarca belirlenmemişse boşluk vardır. Yorum da bu boşluğu tespit etmeye yarar. Bu boşluğun doldurulması gerekir ve bu faaliyetin adı da sözleşmenin tamamlanmasıdır. Kanun hükümleri emredici kanun hükümleri ve yedek kanun hükümleri olarak ikiye ayrılır. İrade serbestisi, yedek kanun hükümlerinde uygulama alanı bulur. Aksi bir düzenleme yapılmamışsa taraflar yedek hükümlerle boşluğu doldurabilir. Burada bir kural bulunmazsa örf ve adet kurallarına başvurulur. Onda da yoksa hakim, kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyardı ise o şeklide kural koyar. Hakimin koyacağı bu kural tarafların iradeleri göz önüne alınarak koyulur.

            İrade kişinin kendi iç dünyasında olup bitendir. İç dünyada olan iradeye hukuki sonuç bağlanamaz. Bu iradenin dış dünyaya yansımış olması gerekir. Kural olarak kişinin iç dünyasındaki iradesi ile dış dünyaya yansıttığı iradesinin uyumlu olduğu kabul edilir. Ama ne yazık ki uygulamada her zaman böyle olmaz. Bazen iç dünyadaki irade ile dış dünyaya yansıyan irade farklı olur. Bu durumlar:

  • Latife Beyanı,
  • Zihni Kayıt,
  • Muvazaa,
  • İrade Sakatlığıdır.

İrade ile beyan arasındaki farklılık bilinçli olarak yapılmış ise latife beyanı, zihni kayıt ve muvazaa oluşmaktadır.

            Latife beyanı, şaka yapmak gibi beyanda bulunmaktır. Buna hukuki sonuç yüklenebilmesi güven teorisi çerçevesinde belirlenir.

            Zihni Kayıt, beyan sahibi olan kişinin gerçekte hiç istemediği bir beyanda bulunması halinde ortaya çıkar. Yani kişinin zihnindeki kayıtla irade açıklaması birbirinden farklı olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak karşı taraf kural olarak kişinin zihnindeki kayıtla değil, irade açıklamasına bağlıdır. Dolayısıyla kişinin irade beyanı sonucu oluşan işlem geçerli kabul edilir.

            Muvazaa, tek taraflı hukuki işlemler bakımından söz konusu olmaz. Hukuki işlemde muvazaa olması için iki taraf olması gerekmektedir. İki tarafın aralarında anlaşarak aslında bağlı olmak istemedikleri bir hukuki işlemi, üçüncü kişilere karşı bağlıymış gibi göstermeleridir. Dış alem, farklı şekilde açıklanan iradelerden dolayı asıl yani iç iradeleri bilemez. Kişilerin dışarıya açıkladıkları iradeler sonucu bu şekildeki işlemle bağlı olmayacakları açıktır. Çünkü geçerli bir sözleşme için karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanı gerekir. Ancak burada taraflar gerçekleşmesini istemedikleri bir irade üzerine uzlaşmışlardır.

            Muvazaa kendi içinde ikiye ayrılmaktadır. Bunlar:

  • Mutlak Muvazaa
  • Nisbi Muvazaa
  1. Mutlak Muvazaa: Burada iki hukuki işlem vardır. İlki tarafların dış aleme

yansıttıkları hukuki işlemdir. İkinci olan ise gizli yani aralarında yapılan hukuki işlemdir. Dış aleme yansıttıkları hukuki işleme herhangi bir hukuki sonuç bağlanmayacakken gizli olan hukuki işleme hukuki sonuç bağlanmaktadır. Sorun ise ispat meselesinde karşımıza çıkmaktadır. Yapılan hukuki işlem şekle tabi ise o zaman muvazaa antlaşmasının da şekle tabi yapılması gerekir ki dış aleme yansıtılan işlemin geçersiz olduğu iddia edilebilsin. Taraflar arasındaki muvazaa antlaşması bu durumda ancak yazılı şekilde ispat edilebilir.

  • Nisbi Muvazaa: Olayların büyük çoğunluğunda nisbi muvazaa yapılmaktadır.

Burada ise üç farklı hukuki işlem vardır. Diğer ikisine ek olarak gerçek iradeleri üzerine bir hukuki işlem daha yapılır. Mal kaçırma ve miras olaylarında bu çok görülür. Örneğin bir çocuğuna malı satmış gibi gösterme durumlarında olabilir. Burada gerçek irade bağışlama sözleşmesi iken satım sözleşmesi yapılmıştır. Taraflar gerçekten böyle bir hukuki işlem yapmak istemedikleri için satım sözleşmesi geçersizdir. Bağışlama sözleşmesi ise kural olarak geçerlidir ancak aranan tüm şartlara uygun olarak yapılmış olmalıdır. Taraflar genellikle bunu sözlü olarak yaptıkları için geçersiz olur yani bu durumda sebebi muvazaa değil şekil şartına uyulmamış olmasıdır. Ancak söz konusu menkul bir eşya ise şekil şartı olmadığı için geçerli olur.

            Muvazaanın en büyük sorunlarından birisi ispattır. Tapuda gerçek şekilde yapılmış bir satım sözleşmesinin muvazaalı olduğunu ispat şekli de yine sözleşme şekline uygun olarak yazılı olmalıdır. Uygulamada buna bir kolaylık getirilmiştir. Resmi yazılı sözleşme ile ispat yerine taraflar resim şeklin aksini yazılı delil ile ispat edebilirler. Bunu Yargıtay kararlarından çıkartabiliriz. Yani ispat, adi yazılı şekilde yapılmış bir anlaşma ile de yapılabilir. Taraf olmayanlar için ispat açısından sınırlama yoktur.

İnançlı işlem ile muvazaa karıştırılmamalıdır. İnançlı işlemde muvazaanın aksine geri verme taahhüdü vardır. Muvazaalı işlem borç tanıma şeklinde de yapılmış olabilir. TBK m.19/2 bununla ilgilidir. Bu durumda buna güvenerek alacağı kazanmış olan üçüncü kişiye karşı bu işlemin muvazaalı olduğu ileri sürülemez. Ama burada üçüncü kişinin iyi niyetli olması şartı aranmaktadır.

Not: İrade bozukluğu/sakatlığı halleri bir sonraki notta ele alınacaktır.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir